Bu makalede gün geçtikçe bireyselleşmenin arttığı bir ortamda bir topluluğa ait olan bireyin neden topluluğun hedeflerinin benimsemekte zorlandığı, toplulukla ortak hareket edemediğini ve kendi bireysel tutumları ile topluluk ile çatışmaya girdiği üzerinde durulacaktır.
Savunulan görüş açıkça, bireysel niteliklerimiz ne kadar gelişmiş ve üst düzeyde olursa olsun evrensel olarak nitelenebilecek amaçları benimsemiş bir topluluğun, bireylerin çabalarından çok fazla kazanım elde edebileceğidir.
Yine bu makalede geçen topluluğu, genelde toplum ve çeşitli topluluklar, özelde ise mesleğimiz anlamında kullanmaktayım.
Konu birey ve topluluk etrafında döneceğinden önce bu kavramları tanımlayarak başlamak doğru olacaktır.
Türk dil kurumu sözlüğüne göre: Birey: Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert; Topluluk ise Nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan kimselerin hepsi, toplum, camia, cemiyet olarak tanımlanmaktadır.
Bireyi ön plana çıkaran görüşlere bireycilik denir. Bireycilik: Bireylerin yararlarını toplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğreti, tutum veya politikaların genel adı. Toplum yaşayışında temel amacın, bireylerin başarı ve mutlulukları olduğu düşüncesini ileri süren öğreti. Toplumun, bireylere ve kümelere geniş bir özgürlük tanıdığında gelişeceğine ve mutluluğa kavuşacağına inanan toplumbilim görüşü. Bütün değerlerin, hak ve ödevlerin kaynağı olarak bireyi kabul eden ahlak görüşü olarak tanımlanır.
Toplumu ön plana çıkarak görüşlere ise toplumculuk veye toplulukçuluk denir. Toplumculuk:isim, toplum bilimi Toplumsal refahı devlet inisiyatifinin getireceğini savunan, işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, hür teşebbüsü devletin ve sendikaların baskısı altında tutmaya çalışan, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran siyasi öğreti, sosyalistlik, sosyalizm, erkincilik karşıtı olarak tanımlanır.
Toplulukçu kültürlerde birey kendini ait olduğu grubun bir parçası olarak görürken bireyci kültürlerde birey için önemli olan kendi kişisel bağımsız benliğidir. Dolayısıyla toplulukçu bireylerde kendi amaçlarını grubun amaçları doğrultusunda belirleme ve grubun norm ve değerlerine uyma öncülken, bireyciler için amaçları grupla ters düştüğünde bile belirleyici olan kendi kişisel hedefleridir. Bireyciler kişisel hedeflerini grubun hedefleri ile uyumlu hale getirmeye çalışmazlar ve kendi hedefleri onlar için grubun hedeflerinden daha önceliklidir.
Bireyci ya da toplulukçu benimsememiz olaylara bakış açımızı da etkiler. Toplulukçular ve bireyciler amaçlarının yanı sıra başarı ya da başarısızlıklarının nedenlerini, değerlerini, toplumsal davranışlarını da farklı şekillerde açıklama eğilimi gösterirler.
Toplulukçu bireyler başarılarının nedenlerini özellikle grup tarafından verilen desteğe atfederken başarısızlıklarını kendi çabalarının azlığı ile ilişkilendirirler.
Bireyci bakış açısına sahip bireyler ise başarılarını kendi yetenek ve becerileri ile başarısızlıklarını da görevin zor oluşu ya da şans faktörü ile açıklama çabasındadırlar. Toplulukçularda grup içi ahenk, yakın ilişkiler, hiyerarşi, görev, itaat, fedakarlık gibi değerler ön plandayken bireyciler için özgürlük, yapılan işten zevk alma, bireysel başarı, yarışma, özerklik gibi değerler baskındır
Birey ve topluluk ayrışması ve incelenmesi Parson, Tönnies tarafından yapılmıştır. Tönnies’in cemiyet-cemaat kavramları topluluğun gelişimi ve ilişkilerini inceler.
Dar bir alanda ve kısa süreli demokrasi yönetiminin dışında tarih çağları boyunca krallıklar ile yönetilen halklar bireysel kimlikten ve dolayısıyla özgürlükten yoksun olarak yaşamışlardır. Bireysel kimliklerinin üzerinde iki güçlü erk bulunmaktaydı. Bunlar dinsel ve yönetsel otoriteydi.
Çoğu zaman bireysel düşünü bu ikisi ile çatışması durumunda bu iki erk bireylerin üzerinde baskı oluşturmuş ve sonu ölümle cezalandırmaya kadar giden uygulamalar görülmüştür.
Tarih çağları boyunca özgür düşünceli insanların var olmasına rağmen bugünkü anlamda özgür bireyler ancak krallıkların zayıfladığı ve aklın ön planda tutulduğu Rönesans sonrası ve özellikle aydınlanma çağında ortaya çıkabilmiştir.
Bireycilik kavramı tarihte ilk defa kamu yararın ters düşen yönde hareket etmek anlamında kullanmıştır. Özgür bireyleri anlatan terim Liberal kelimesidir. Liberal çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. Özgür bireylerin yolunu açan liberalizm ilk defa 14.yy'da ifadesini bulmuştur. Liber kelimesi "köle ya da serf olmayan özgür olan" anlamına gelir. Günlük kullanımda özgür, açık görüşlü, cömert gibi anlamlarda da kullanılır.
19.yy'dan itibaren siyasal anlamıyla kullanılır olmuştur. O zaman anlaşılacağı üzere
Liberalizm temelinde birey vardır. Ancak bu birey devletin her türlü kısıtlamasından ve baskısından uzak özgür bireydir. Liberalizm bize doğal olarak devletin bazı kısıtlamaları dışında hemen hemen sınırsız bir ifade, düşünme ve ekonomik özgürlük sunar.
Liberalizm bireyi etnik köken, cemaat, inanç, cinsiyet, kültür ve siyasetten bağımsız bir özne olarak görür. Dolayısıyla ancak böylece bireyler eşit hak ve özgürlüklere sahip olabilirler. Ancak bu durum bireyi temelsiz bir duruma getirir. Toplumsal aidiyet, kültürel arka plan hatta yerellik dışlanmış olur. Birey bu anlamıyla yalnız ve çıplaktır.
Bireylerin birbirinden bağımsız olduğu fikri bireyciliğin temel taşıdır. Hofstede (1980) bireyciliği, görevleri yerine haklara odaklanma, kişinin kendisini ve çekirdek ailesini öncelikli olarak düşünmesi, kişisel otonomi ve doyuma vurgu yapılması ve benliğin kişisel başarılar üzerine kurulması olarak tanımlanmıştır.
İnsan bir toplumun içinde yaşamakla birlikte bencil özellikleri baskın çıkarak bireyci çıkarlarının peşinde koşar. Bu nedenle Biz bireysel olma eğilimindeyiz. Bireysellik özgür olmanın yolunu açar ve özgür olmayı içerir. Bireyler dünyanın aynı kesitine bakmalarına rağmen görüntülere dair betimlemeler farklılaşabilir. Bunda yetişme ortamı, statü, inanç, eğitim, değerler, toplumun bakış açısı vb faktörler etkilidir.
İnsan bireysel olma eğilimde olmakla birlikte toplumsal bir varlıktır. Kendine ait bütün değerleri ve anlayışı öncelikle toplum tarafından şekillendirilmiştir.
Bireycilik, bireyler arası bağların sıkı olmadığı toplumlarda geçerlidir; her birey kendisi ve ailesine bakmakla yükümlüdür.
Bireyci kültür özellikleri olarak, bireylerin özerk olması; bireysel başarı, rekabet ve güç hedeflenmesi; bağımsızlığı yansıtan inançların onaylanması; zevk, rekabet, özgürlük, özerklik gibi değerlerin vurgulanması; birey amaçlarının ve çıkarlarının grup amaçlarından ve çıkarlarından önce gelmesi sayılabilir. Bireyci kültürde, birey, kendi duygularına, kendisini farklı kılan özelliklere, kişisel ihtiyaçlarına ve haklarına odaklanır.
Bauman modern toplumun kişileri zorunlu olarak bireyselleşmeye doğru sürüklediğini söyler. Ona göre: Bireyselleşme bir seçenek değil bir kaderdir. Üyelere bireyler olarak rol vermek modern toplumun alemeti farikasıdır.
Modern toplum, bireylerin "toplum" denilen karşılıklı karmaşıklıklar şebekesinin her gün yeniden biçimlenmesinden ve yeniden müzakere esilmesinden ibaret olan etkinliklere kadar "bireyselleşme" etkinliğinde de var olur
Birey "ortak çıkar", " iyi toplum", ya da "adil toplum" konusunda kayıtsız, kuşkucu ya da ihtiyatlı olma eğilimi gösterir. Ortak çıkarlar, her bireyin kendisini tatmin etmesini sağlamadıkça ne anlama gelir?
Bireycilik bu durumda savunulacak bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar. Çünkü bireycilik zorunlu olarak insanın kendini gerçekleştirmesinin temel koşulu olmaktadır. İnsan kendisini tasarlar. İnsan ne olmak istiyorsa onu olur. İnsan iyiyi seçer. Bizim için iyi olan şey herkes içinde iyidir. Herkes için iyi olan şey bizim için de iyidir.
Bireycilik ile varoluşçu felsefe bazı yönleriyle de örtüştürülebilir. Her ikisi de bireyi temel alır. Varoluşçu felsefenin ünlü düşünürü Sartre'ye göre "Varoluş özden önce gelir" bunun anlamı insan dünyaya gelir ve ne olmak isterse onu olur. İnsan kendini gerçekleştirir.
İnsan doğası denen şey yani "öz" bir tasarımdır. Yaygın kanıya göre Tanrı'nın yarattığı bir öz. Bu görüşe göre insan özü olmak onu gerçekleştirmek zorundadır. Bu görüşe göre " öz varoluştan önce gelir" Bu söylemi bireyci görüşle söylersek birey toplumdan önce gelir. Birey en temel varlıktır.
Toplulukçuluk ise, bireylerin doğdukları andan itibaren hayatları boyunca, güçlü ve bağlı gruplara aidiyet ve sadakatin söz konusu olduğu toplumlara özgüdür”
Toplulukçu kültür özellikleri olarak, toplumsal bir kimliğe sahip olunması; karşılıklı bağımlılığı yansıtan inançların onaylanması; güvenlik, itaatkârlık, görev, fedakârlık, yükümlülük, hiyerarşi, grup uyumu gibi değerlerin vurgulanması sayılabilir.
Toplulukçu kültürde grubun çıkarları, sürekliliği, işbirliği ve kendini kontrol hedeflenir. Bu kültür formunda birey, başkalarının duygularını anlamaya, kendisini grupla aynı kılan özelliklere ve grubun ihtiyaçlarına odaklanır
Ancak bireyler her iki boyutta veya birinde baskın varsayımlara veya değerlere sahip olabilir. “Bireycilik-toplulukçuluk eğilimleri bireylerde ya da gruplarda aynı anda ve bir arada görülebilir”İnsan kendine sorumlu olduğu kadar aynı zamanda tüm insanlığa karşı da sorumludur. İnsanın kendini seçmesi aynı zamanda insanlığı da seçmesi demektir. Bireysellik toplulukçuluktan önce gelir. İkinciyi birincinin önüne koyanlar insanın özüne karşı açıkça düşmanlık gösterirler. Bu bir anlamda farklılığa, gelişime en basitinden değişime düşmanlıktır.
Bireyciliğin ve toplulukçuluğun benimsendiği kültürlerde bazı ortak davranıların, yönelimlerin olduğu araştırmalar sonucunda gözlenmiştir. Birkaç örnek vermek gerekirse:
Bireyci toplumlarda toplulukçu toplumlara göre kendini yükseltmeye daha fazla eğilim gösterir.
Bireyci kültürlerde başarı güdüsü, bireysel çaba, faallik ve ötekilerle rekabet olarak belirlenmiştir. Toplulukçu kültürlerde başarı güdüsü ise, benliğin ötesine geçer ve ötekilerle kaynaşır
Toplulukçu kültürdeki kişilerin, niteleme ve hükümlerde bulunduklarında ve kendilerini ya da ötekileri tarif ettiklerinde daha çok ilişkisel-bağlamsal etmenlere dikkat ettikleri genel bir bulgudur
Bireycilik, içinde bulunulan grup, örgüt ve diğer topluluklardan duygusal olarak bağımsız olmayı ifade ederken; toplulukçuluk, aile, akrabalar, üyesi bulunulan grup ve giderek sosyal sisteme bağımlılığı dile getirmektedir.
Bireycilik özellikleri daha baskın olan bireylerde, bağımsızlık ve özgünlük önem kazanırken; toplumsal statü farklılıkları göz ardı edilmektedir.
Toplulukçu özellikleri daha baskın olan bireylerde, grubun ortak amaçları ve eşitliğe önem atfedilirken, hiyerarşik düzene ilişkin farklı talep ve vurgular bulunmaktadır.
Toplulukçu kültürlerde yaşayan bireylerin kendilerini ilişkisel açıdan tanımlamaya daha eğilimli olduğu, bu nedenle karşılıklı bağımlı ya da ilişkisel benliğin temel önermesinin kişinin diğerleri ile bağlılık ilişkisi içinde olması ve grup aidiyet hissinin bulunması olduğu söylenmiştir.
Buna göre ilişkisel benlik kurgusu kişinin ilişkilerini sürdürmek için çaba harcamasını ve kendini bir gruba ait hissetmesini sağlamakta ve dolayısıyla yalnızlık duygusu yaşama olasılığını azaltmaktadır.
Bireycilik ve toplulukçuluk her iki kültürel özellik aslında sınırları tam çizilemeyen ancak farklılıkları ile tanımlanan soyut öğelerdir. Ancak buradaki konumuz bireysel nitelikleri ön planda olan ancak topluluk ile ortak hedefleri benimseyen veya benimsemeye çalışan bireylerin bu özellikleri nasıl uşlaşabilir veya uzlaştırılabilir mi?
Bu soruya verebileceğim yanıt bireyin kendi öz varlığına sahip çıkarak, yetenek, bilgi ve tecrübelerini karşılıksız, beklentisiz ve daima toplululuğun yararı için kullanması olduğunu düşünüyorum. Aslında bu davranış biçimine fedakarlık veya özverili olmak diyoruz.
Toplulukçuluğu benimseyenlerde, hedefleyenlerde aranacak temel özellik kanımca bu olmalıdır.
Topluluğun yararına çalışacak olan bireyler böyle bir durumda bir ilerleyiş, değişim ve kendini aşma eğiliminde olurlar. Ama artık bu eğilim bencilce bir özellik taşımayacaktır. Buna kolaylıkla üyesi olduğu topluluğun ortak görüşü olarak bakmak, benimsemek olarak anlaşılabilir olsa da ben bunu daha farklı bir anlamda kullanıyorum. O zaman bu tam bir kabulleniş olacaktır. Topluluk için çalışmak bir yönüyle en büyük fedakarlıktır. Çoğu zamanda en büyük eylemsellik olarak kabul edilir. Atatürk, Martin Luther King, Gandhi vb ancak topluluk hedefleriyle insanlığın yararına işler yapmışlardır. Bu yönüyle topluluk için çalışmayı bireysel çalışmadan daha üstün tutuyorum.
Burada bana göre önemli bir konu Bu amaç birliğinin bireyselliği öldürüp, öldürmeyeceğidir Kolayca verilecek yanıt "evet öldürür" olur.
Elbette toplulukçuluk (özellikle izm olarak ifade edilen ideolojik düşünce biçimleri) bireyselliği öldürür. Zaten yazının ilerisinde de göreceğimiz üzere bireysellik topluluk ilkelerini benimsemede ve uygulamada en önemli engel olarak karşımıza çıkacaktır. Hem de kişinin en temel bileşenlerine kadar. Ama ben burada siyasal bir ideoloji olarak değil bir amaç birlikteliği olarak toplulukçuluğu ele almak istiyorum.
Bizi biz yapan temelde öğrendiklerimiz, kabul ettiklerimiz ve yetiştirime tarzımızdır. O zaman bir topluluk içinde hiç bir iki birey birbiriyle aynı niteliklerde olamayacaktır.
Peki aynı niteliklere sahip olmayan ve olamayacak bireyler nasıl olur da bir topluluk meydana getirebilirler? Toplulukçuluğu benimseyebilirler?
Benimsemeyi kabul etmek ile aynı anlamda kullanıyorum. Kabul edip benimsememek olamayacağı gibi, benimseyip kabul etmeme de olamaz. Olursa bu bir süre sonra dışlamayı gerektirir. Bireyin topluluğu veya topluluğun bireyi dışlaması gibi.
Bireysel niteliklerimizden kurtulmak olası değildir. Bu nedenle bir gri alan yaratılmak zorundadır. Burada birey tüm egosunu, kibrini, şartlanmışlıklarını, küçümsemelerini, beğenmemezliklerini, dedikodularını, hırslarını bir kenara bırakıp topluluk adına düşünmektir. Kendine aşkın olmak kendini reddetmek olmasa da topluluk adına gerekli olduğunda bireysellikten vazgeçmektir. Zaten vazgeçilmediği durumlarda çatışma başlamaktadır.
Tarihin hiç bir döneminde çatışmasız bir topluluk oluşturulamamıştır. En bilge, yetenekli, bilgili olumlu düşünüye sahip bireyler bile gündelik hayatta olumlu davranışlar sergileyebildikleri halde topluluk içinde çatışma halinde olabilmektedirler.
Bu Nietzcshe'nin ifadesiyle "Üstün İnsan" olabilmek adına - ben buna "kendinden aşkın" diyorum- çok büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Griyi kabul edemeyenler, benimseyemenler toplulukçu olamazlar.
Tersten bakarsak burada bazı toplulukların yaptığı gibi bir baskı ve özgürlüğü kısıtlayıcı bir durum yoktur. Her söylenen doğru kabul edilmese bile hedef (amaç) birliğinde kendinden aşkın olmak zorundayız. Ben çatışmayı önleyici başka bir durum öneremiyorum.
Ama bu sefer de bireysel olarak ortaya konanlar ile toplulukçuluk hangi ortak noktada buluşacak?
Temel hedef ve bu hedefe ulaşmak için hangi ilkeler konulacak?
Bu hedefler ortaya konmuş olsa bile tek başına bir anlam ifade etmeyecektir. "Kendinden aşkın" olamayanlar için gri ton olamayacaktır. Ya bireysellik yani beyaz ya da toplulukçuluk yani siyah durumu söz konusudur.
Benim bu bakış açım kolaylıkla ve ciddi bir itiraza uğrayabilir farkındayım. Ama tarihsellik ve öngörülebilirlik yoluyla bireyselliğin toplulukçuluğun önündeki en büyük engel olduğu kolaylıkla görülebilir.
Burada bireyselliği özgürlük yönüyle değil ama ego, bencillik ve ortak çabaya ulaşmada destek vermeme yönünde alıyorum.
Neden bencil, egoist davranarak ortak çabaya destek vermiyoruz?
Bunun olası birçok yanıtı olabilir:
Hedefi (ortak amaç) anlayamamak.
Hedefi yetersiz bulmak
Hedefi benimsememek
Hedeften vazgeçmek
Hedefi değiştirmeye çalışmak
Farklı hedefi olmak
Bireysellikten kurtulmak istememek
Toplulukçuluğun özgürlüğünü kısıtladığını düşünmek
Kurumu(topluluğu) kendi anlayışına uygun dizayn etmeye çalışmak
Toplulukçuluk bireyselliğin önünde olduğunu düşünürsek sorunun çözüm yolunda aşama kaydedebilir.
Ama bireyselliğin toplulukçuluğun önünde olduğunu kabul edersek, ilerleme düşüncesinde bireysel çabanın önemli olduğunu savunmak gerekecektir. Tıpkı Nietzsche'in "güç istenci" ile atılımların büyük (önemli) insanlarca yapıldığı düşüncesi gibi. Evet tarihin akışında büyük dönüşümler liderlerce yapılsa da, başarıya ulaşmak kollektif bilinçle olmuştur.Nedeni her ne olursa olsun bireyselcilik toplulukçuluk önündeki en büyük engeldir.
Ego sahibi bireyler, karşısındakini dinlemediği gibi, bireysel doğrularını "en doğru", "en bilgece" ve "en değişmez" eğiliminde olurlar. Ayrıca bunları başkalarına kabul ettirme eğilimindedirler. Bu durum bizi saptırmakta, kardeşlerle uğraşmak enerjimizi boşa harcamamıza neden olmakta, moral ve motivasyonu düşürmektedir.
Elbette daha da kötüsü var. Küçük görmek...
Daha bilgiliyi, daha yardımseveri, daha insancılı zayıf ve küçük görmek...
Toplulukçuluk adı altında farklı anlayışlarda bütün bu anlattıklarım, iddialarım. Geçerli, kısmen geçerli veya tamamen geçersiz kabul edilebilir. Kabul edilebilirlik nerede durduğumuza bağlı.Ya siyah ya da beyaz taraftayızdır. Griyi kabulleniyorsak kendimizden aşkın olmak zorundayız.
Birey olarak önce kendimizle savaşacağız. Her birey kendisiyle savaşacak. Kendisiyle savaşan bireylerin oluşturduğu topluluk işte buradan başkalarıyla savaşına son verebilir. ThomasHobbes’in söylediği şekilde “bellum omnium contra omnes” yani herkesin herkesle savaşı…
Evet topluluk olarak herkesin herkesle savaşı sona erdiğinde belki başarılı olabileceğiz. Bireysellikten kurtulmak için ise yalnızca kendimizle savaşmalıyız.
Eylemsizlik insanlığa en büyük kötülüktür. Çünkü eylem insanın kendini gerçekleştirmesi için temel gerekliliktir.
Eylemsiz insan, dümensiz bir gemi gibi başkalarının eylemleriyle savrulur gider. Rüzgarın varlığını yadsıyamayız, belki rüzgarın yönünü değiştiremeyiz ama rüzgardan yararlanarak -ki ben burada bunu yaşamsal mücadele olarak alıyorum- kendimizi gerçekleştirebiliriz. O zaman insan diğer tüm insanlarla bağlı olduğuna göre kendimizi gerçekleştirerek insanlığı da gerçekleştirmiş oluruz.
Toplumdaki her birey bir şeyler üretir ve birbirleriyle paylaşır ancak sonuçta bilgiyi toplum değil birey üretir. Toplum ancak bireysel olarak üretilenlerin ortak bir kavrayışa ve davranışa geçirildiği bir alandır. Tıpkı bizim burada yaptığımız gibi.
Tekrar ifade etmem gerekirse asıl olan bireydir. Bireysel özgürlük ve düşünüdür. Ancak bireysellik evrensel nitelikte olabileceğini düşündüğümüz değerlere ulaşmakta kanımca yetersiz kalmaktadır. Toplumsal bilinç, bellek ve davranışlar ancak ortak bir benimseme yani kabul ile olabileceğini düşünüyorum.
Murat Özgen Ayfer İlk Mabet adlı kitabında topluluk olmanın önemini şu sözlerle anlatır: İnsan tüm insanları ve tüm toplumları içeren, sürekli ve koşulsuz, evrensel nitelikli bir barışın sağlanması peşinde koşmalıdır. Böyle bir barışın ancak bireylerin içsel verimlilikleri ile güçlenip gerçekleşebileceğini de bilmelidir. Bunun için tek tek bireylerin yetmeyeceği, sürekliliği için topluma yaygın bilinçlenmenin gerektiğinin de bilincine varmalıdır.
Ne var ki, bu bilinç yeterli olmaz.
Tüm insanlar ve tüm toplumlar için barış arayışında olan insan önce kendi kendisiyle barışık olmalıdır.
Her şeyi tek başına yapmaya, her doğruyu kendi başına bulmaya kalkışırsa, hem zamanı boşa harcar hem de hiçbir yere varamayabilir.
İnsanın en yüce amacı, insanlığı oluşturan tüm toplumlar ve tüm insanlar için bir evrensel bütünlüğün ve birlikteliğin oluşumu olmalıdır.
Fakat hiç kimse tek başına ve salt bireysel olarak bu evrensel bütünün ve birlikteliğin bir öğesi olamaz.
Herkes, her şeyden önce kendi ailesinin öğesidir. Önce küçük bir toplumun bir üyesi olduğunun bilincine varmalı ona karşı görevlerini yerine getirmelidir. Bundan sonra sıra aşama aşama daha büyük bir topluma, giderek ulusuna gelir.
Birey ancak kendisi bir parça, tüm geri kalanlar diğer parça olmak üzere yaşamın bütünlüğü parçalara bölündüğü sürece var olabilir ve gene ancak hiçbir şekilde bir parça olmadığı sürece ve ondan hiçbir şey ayrılmadığı sürece var olabilir.
Mustafa Yavuzer
19.04.2018
Yararlanıldı:
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/180202Bireycilik-Toplulukçuluk Değerlerinin Başarı Amaç Yönelimlerine Etkisi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma, Önder SAKAL, İhsan AYTEKİNKafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt 5, Sayı 8, 2014 ISSN : 1309 – 4289
http://www.libidodergisi.com/bireycilige-karsi-toplulukculuk-gelecegimiz-secimimiz/
http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt10/sayi51_pdf/4sosyoloji_psikoloji_felsefe/ucar_ertugrul.pdf
https://prezi.com/z1sk_16mofht/bireycilik-ve-toplulukculuk/
Bireyselleşmiş Toplum, Zygmunt Bauman, Ayrıntı Yay, 2001,s.61,63,65
Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar, Jean Hyppolite, çev: Doğan Barış Kılınç, Doğubatı,3.baskı,2016
İlk Mabet, Murat Özgen Ayfer,2005,22,29,41
Yorumlar
Yorum Gönder