SİMÜLASYON TEORİSİ



BÖLÜM 1: Simülasyona Giriş
-Her şey seçimle başlar.-Hayır, yanlış.-Seçim güçlülerle güçsüzler arasında yaratılmış bir illüzyondur.(Matrix Filmi)

Morpheus: Hoş geldin Neo. Tahmin edebileceğin gibi ben Morpheus’um.
Neo: Seninle tanışmak bir onur.
Morpheus: Hayır. O şeref bana ait. Lütfen, gel, otur. Eminim şu anda kendini tavşan deliğinden düşen Alice gibi hissediyorsundur.
Neo: Öyle denilebilir.
Morpheus: Gözlerinden belli. Sende gördüklerini kabullenen birinin gözleri var, uyanmayı beklediğin için tuhaf ama bunlar gerçekten pek uzak değil. Kadere inanır mısın Neo?
Neo: Hayır.
Morpheus: Neden?
Neo: Hayatımı kontrol edemiyor olma düşüncesini sevmem.
Morpheus: Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Neden burada olduğunu anlatayım. Bir şey bildiğin için buradasın. Bildiğini açıklayamıyorsun ama hissediyorsun. Hayatın boyunca hissettin. Dünyada ters giden bir şeyler var. Ne olduğunu bilmiyorsun ama orada, beyninde kıymık gibi seni çıldırtan bir şey. Seni bana getiren şey bu duyguydu. Neden söz ettiğimi biliyor musun?
Neo: Matrix mi?
Morpheus: Ne olduğunu öğrenmek ister misin? Matrix her yerdedir. Etrafımızda… Şu anda bile, bu odada… Pencereden dışarı baktığında görürsün ya da televizyonu açtığında, işe gittiğinde hissedersin ya da kiliseye. Vergi öderken… Gerçeği görmemen için dünya, bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.
Neo: Ne gerçeği?
Morpheus: Bir köle olduğun gerçeği Neo. Sen de herkes gibi bir köle olarak doğdun. Dokunamadığın tadamadığın ya da koklayamadığın bir hapihanedesin. Beyninin içi bir hapishane. Ne yazık ki, Matrix’in ne olduğu kimseye anlatılamaz. Bunu kendin görmek zorundasın. Bu senin son şansın. Bundan sonra, bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan, bu hikâye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan harikalar diyarında kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm. Unutma..  Sana vaadettiğim tek şey gerçek, fazlası değil…

1999 tarihli Matrix filminde geçen bu diyaloglar Morpheus ile Neo arasında gerçekliğin doğasının ne olduğuna ilişkin bir sorgulamanın başlangıcıdır. Matrix makinelerin yarattığı bir bilgisayar simülasyonu olsa da bunun, insanlar tarafından yaratılan bir sosyal teori olarak da karşılığı vardır. Bu nedenle zaten filmin bir sahnesinde Neo elinde Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” kitabını tutarken gösterilir.

Bu makalede sizlere 1970’li yıllarda ortaya atılan ve geliştirilen. “Gösterge, Simülakrlar, Hiper Uyumluluk, Anlam Zedelenmesi, Simülasyon, Hiper-gerçeklik, Sibernetik Kontrol, Sessiz Çoğunluk, Medya, Tüketim, Gerçeklik”  vb. kavramlar üzerine yoğunlaşan sosyal bir teoriyi anlatmak istiyorum. Baudrilladrd görüşleri temelde Batı Rasyonalizmine ve bir anlamda modernitenin dayatmalarına bir karşı çıkıştır.

Baudrillard (1929-2007), kuşkusuz son dönem sosyologları içinde en fazla ses getiren kişilerden birisiydi. Günümüz toplumu ve medya ilişkilerini , tüketim toplumunu ele aldığı eserleri ile tanınmakla birlikte çağdaş sosyolojiye soktuğu “Simülakr” kavramı ve toplumsal yaşamı anlatmak için kullandığı “Simülasyon Teorisi” geniş kitlelerce tanınmıştır. Watergate  skandalının, 1. Körfez Savaşı sırasında bu savaşın aslında olmadığı bir simülasyon olduğu şeklindeki tezleri ile dikkat çekmiştir.

Postmodern bir sosyolog olarak tanımlanmasına rağmen o kendisini asla postmodern olarak kabul etmemiştir. Bunun şu şekilde ifade eder: Postmodern dünya, anlamdan yoksundur; postmodernite, teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir Nihilizm evrenidir.


BÖLÜM 2: Simülakrlar ve Simülasyon
Bu oyunun daha derin seviyeleri  var.Hiç gerçekliğin doğasını sorguladın mı?“Westworld “ (dizi) –  HBO Channel

Jean Baudrillard’ın “Simülasyon Teorisi”nde kullandığı Simülakr “gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm” anlamına gelmektedir. Bu sosyal teoriye göre toplumlar simülakrlar aracılığı ile simüle edilmektedirler. Simüle etmek ise: Gerçek olamayan bhir şeyi gerçekmiş gibi sunmak olarak tanımlanır. Simülasyon teorisinde çeşitli araçlarla (medya, reklam, haber vb.) gerçekliğin yerine yeni bir gerçeklik üretilmektedir. Bu bağlamda simülasyonda, aslında gerçek olmayan,  yoksun olan şeyden  gerçekliğin yeniden üretilmesi olarak anlaşılabilir. Ancak yine Baudrillard’a göre Simüle etmek “mış” gibi yapmak değildir. Birebir gerçeğin yeniden üretilmesidir. Baudrillard bu durumu şu şekilde ifade eder:

“Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde hastalığa ait semptomlar görülen kişidir. Öyleyse “mış” gibi yapmak ya da gizlemek gerçeklik ilkesine bir zarar vermez. Yani bunlarla gerçeklik arasında her zaman açık seçik, gizlenmeye çalışan bir fark vardır.

Oysa simülasyon bu “gerçekle” “sahte” ve “gerçekle”, “düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır. Simüle eden kişi gerçekten hasta mıdır, değil midir? Çünkü bu insan gerçek semptomlar üretmektedir. Bu kişiye ne hastasın ne de değilsin denilebilmektedir. Yani bu kişiyi nesnel bir şekilde hasta ya da sağlam olarak değerlendirebilmek mümkün değildir.”

Simülasyon nasıl kurgulanır ve kurulur yine Baudrillard bunu bir mağara örneği ile bize açıklar: Baudrillard, Güney Fransa’nın doğu sırtlarında bulunan Lascaux Mağarası’nın simülasyona bir örnek teşkil ettiğini dile getirir. En temelde tarihsel ve arkeolojik olarak büyük bir değere sahip olduğu için koruma altına alınmıştır ve ziyarete yasaklanmıştır. Daha sonra bu mağaranın beş metre ötesine birebir benzeri inşa edilerek ziyarete açılmıştır. Baudrillard’a göre böyle bir durum, yani birebir kopya, iki mağarayı da yapaylaştırmaktadır.

Baudrillard’a göre  simülasyon hayatın her alanındadır. Ekonomik, sosyal, siyasal yaşamda simülakrlar sürekli iş başındadır. Medya bizleri sürekli olarak simüle etmektedir. Baudrillard bunu şu şekilde açıklamaktadır:

Televizyon, radyo, basın, reklam: Tüm üslupların birbirine eşdeğer olduğu kopuk kopuk göstergeler ve iletiler bütünüdür.

Rastlantısal olarak seçilen radyo yayını parçası:

Remington traş bıçağı reklamı
Son 15 gündeki toplumsal çalkantının bir özeti
Dunlop otomobil lastiği reklamı
Ölüm cezası hakkında bir tartışma
Lip marka saat reklamı
Biafra’daki savaş konusunda röportaj
Crio marka çamaşır deterjanı reklamı (Jean Baudrillard: “Tüketim Toplumu”)
Modern gerçeklik ilkelerinin bugün simülasyon dünyasında (her türlü medya, sosyal medya, internet, TV, sinema gibi) herhangi bir gerçeği temsil etmeyen işaretlere, simülakrlara (görünümlere) dönüşmekte olduğunu iddia etmiştir.

Modern gerçeklik ilkesinin (sosyal bilimlerde ve toplum bilimlerinde, politikada, ekonomide ve kültürel bilgi kuramlarında…) yalnızca modern toplumlara has olduğunu, bu ilkenin modern olmayan toplumların hiçbir zaman gerçeği olamayacağını kabul eder.

Birey, televizyonda Sudan İç Savaşı’nı herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkta izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan’daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren ‘simülasyon evreni’dir. Her şey görüntüden ibaret ve cansızdır.

Kitle iletişim araçları ile sürekli imge ve anlam üretilmekte, bu nedenle  kitleleri anlamın egemenliği altına almaktadır. Medya daha iyi haber vererek kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmek gibi ahlâkî bir sorumluluğu savunsa da kitlelerin gerçekte böyle bir derdi yoktur. Çünkü onlar anlam değil, gösteri istemektedirler.

Bu nedenle kitleler anlamdan uzaklaşmaktadırlar. Çünkü anlam, artık toplumları sürükleyip götüren bir unsur olmaktan çıkmıştır. Günümüzde anlam tam tersine karmaşık ve herhangi bir uzantısı olmayan bir olaya dönüşmüştür. Bu nedenle kitleler için anlam yerine gösteri önemlidir.

Günümüzde gelişen teknolojiye ve internete bağlı olarak sosyal medya olarak adlandırılan Facebook, Twitter vb. kanallar ile insanlar sürekli bir görsel, işitsel ve yazınsal bombardımana tabi tutulmaktadırlar. Ancak bu bombardıman tamamen anlamsızdır. Çoğu zaman kitleler farklı bir kanala bilinçli olarak yönlendirilmektedir.

Güncel gelişmelere bağlı olarak gündemi sürekli meşgul eden savaş görüntüleri örnek verilebilir. Ortadoğu’daki savaşlarla ilgili görsel malzemeler, insanların bu savaşın nedenini anlaması ve sorgulaması için değil, bu görsel malzemeler bir tüketim olarak sunulmaktadır. Bu bir simülakrdır. Yani gerçekliğin yerini alan yeni bir gerçekliktir. Küresel güçlerin dünyayı şekillendirdikleri bir simülasyondur. Gerçek bütün çıplaklığıyla yanı başımızda durmakta iken çoğunluk farklı bir gerçeklik algısında ve bunun farkına varmadan yaşamaktadırlar.

“Teknoloji, görselleştirilmiş gerçeklik aracılığıyla bireyi gerçek (reel) olduğuna inandığı bir evrene yerleştirir; çünkü birey bu evreni görmektedir; fakat bu evren, bütünüyle kurgusal bir dünyadır, başka bir deyişle imajlar dışında hiçbir şey olmayan yerdir. Kurgusaldır, çünkü görüntü temelli gerçekler üretilmekte ve tüketilmektedir.

Örneğin, televizyon, var olan gerçekliği görüntüye yansıttığı hâliyle onu tek etkili gerçeklik yapmakta ve kendisine bakmayı kaçınılmaz kılmaktadır.”

BÖLÜM 3: Tüketim Toplumu
 “Dünyanın gerçekliğini bize sunulan hâliyle kabul ederiz.”Truman Show (film)

Bu çağda imaj, taklit ya da simülasyon gerçekliğin yerini almıştır, artık gösterge-gösterilen, kopya-orijinal, imaj-gerçeklik ikiliğinin aşılması gerekmektedir. Çünkü tüketimin temelinde artık sadece bireysel ihtiyaçların karşılanması değil, tüketilen nesnelerin taşıdığı gösterge/değerler aracılığıyla toplumsal statünün belirlenmesi motivasyonu da vardır.

Rönesans’tan bu yana, değer yasasındaki değişmelere paralel olarak art arda ortaya çıkan üç simülakr düzenine göre:

Rönesans’tan sanayi devrimine, ‘klasik’ dönemi belirleyen biçim kopyalama,
Sanayileşme dönemine egemen biçim üretim,
Kodun belirlediği güncel evredeyse egemen biçim, simülasyondur.
Birinci basamaktaki simülakr doğal değer yasası, ikinci basamaktaki simülakr ticari değer yasası, üçüncü basamaktaki simülakr ise yapısal değer yasası tarafından belirlenmektedir.

Kitle iletişim araçları sunumları ile sürekli imge ve anlam üretmekte dolayısı ile kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktadır. Günümüzde anlam tam tersine karmaşık ve herhangi bir uzantısı olmayan bir olaya dönüşmüştür. Kitleler için anlam yerine gösteri önemlidir.

Baudrillard simülasyonun gerçekliğin yerini aldığı günümüz çağına kadar toplumsal gelişmeyi dört “Gösterge Evresi”ne ayırır. Bu ayırımda “yerleşik kültür” ile “metalaşmış kültür” ayrımı önemlidir. Yerleşik kültür karşılıklı etkileşimi içerirken, metalaşmış kültür, iletişim araçları ve reklamlar yoluyla üretilmekte ve değişime uğramaktadır.

Baudrillard’ın dört gösterge evresi şu şekildedir:

1.Evre/Aşama: Modern öncesi toplumlarda görülür. Yazı yoktur veya çok az kullanılır, aracısızdır, yüz yüze etkileşim olduğu için gerçek tam anlamıyla temsil edilir.
2.Evre/Aşama: Rönesans ile Sanayi Devrimi arasında görülür. Sembolik ilişkiden uzaklaşmakla birlikte hâlâ görünen dünyanın yorumlanması söz konusudur.
3.Evre/Aşama: Endüstri Çağı ile birlikte tüketim malları daha önce tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlı bir şeklide çoğalmaya başlamıştır. Bundan itibaren malların gösterge/gösteriş değeri artmaya başlamıştır. Artık sembolik ilişki, metalaşmış ilişkiye dönüşmeye başlar. Bu süreçte tüketim işçiliği, fiziksel işçiliğin önüne geçmiştir. Dolayısıyla tüketim en makul olanın değil, metalaşmış olanın tüketilmesine dönüşmüştür.
4.Evre/Aşama: İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki döneme karşılık gelir. Endüstri sonrası toplumlarda özellikle kitle iletişim araçlarındaki inanılmaz gelişme ve tüm insanların birbirleriyle her an sosyal medya yoluyla bir arada oldukları “Ağ Toplumu” hâline geldikleri bu çağda, pazarlama, reklam, metalaşmanın yani tüketimin gösterge değerinin olabildiğince ön plana çıkartılması sürecidir.
Sonuç olarak Kapitalizm öncesi toplumlardaki sembolik kültür alışverişi, kapitalist toplumlarda aşırı üretim ve aşırı tüketim kültürüne ve son olarak da postmodern toplumlarda simülasyon mantığına dönüşmüştür.

Kapitalist toplumda bir malın üç değeri vardır:

1- Kullanım değeri
 2- Değişim değeri
 3- Gösterge değeri

Malın kullanım değeri bize fayda sağlamasını, değişim değeri ise alışveriş üzerinden ticari değerini ifade eder. Gösterge değeri ise bireyin nesneleri tükettikçe kendisine sağladığı prestij ile ilgilidir.

Baudrillard, kapitalist toplumda bir malın kullanım ve değişim değerinin bulunduğundan söz ederken, günümüz tüketim toplumunda bu değerlerin gösterge değere dönüştürüldüğünü anlatır. Birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok saygınlık kazanmakta ama diğer taraftan moda değeri olan ve hızla yinelenen malların tüketimini gerçekleştirildiğinde prestiji artmaktadır. Böylece insanlar tüketim çılgınlığı içinde bir toplumsal ayrıcalık yaşadıklarını zannederler.

Baudrillard’a göre günümüzde tüketimin ilerleme ve mutluluk anlamına gelmesini ve bireyin tercihlerinin çoğalması, sistem tarafından üst gerçeklik (hiper-realite) yaratılarak demokrasinin varlığı ile örtüştürülmekte ve toplumun refah anlayışının göstergesi sayılmaktadır. Oysa bu bir yanılsamadır.

Tüketim toplumu var olmak için nesnelere gereksinim duyar. Ama aynı zamanda onlar yok da etmelidir. Bu anlamıyla tüketim, üretim ile yok etme arasındadır. Toplumlar kolektif bir yok etme aracına dönüştürülmüşlerdir. Baudrillard’a göre savurgan olmak çöp sepeti uygarlığı kavramına eş değerdir.  Üretim kadar tüketim ve israf da tüketim toplumunun değerleridir. Çünkü malın kullanım değerinin dışındaki prestij değeri, moda, kapris, gelir düzeyi, ekonomik konum, sosyal konum gibi etkilerin sonucudur.

Baudrillard burada ilginç bir tespit yapar. Eşitliğe Marksist bir bakış açısıyla bir göndermede bulunarak “Bütün bireyler kullanım değeri bakımından eşittir, ancak değişim değeri ve özellikle prestij değeri bakımından eşit değildir.” der.

Burada anlatılmak istenen simülakr şudur: Büyüme bolluktur. Bolluk ise demokrasidir.

Modern refah toplumlarda ekonomi sürekli büyümek zorundadır. Sürekli olarak daha fazla kazanmalıyız ve buna paralel olarak sürekli daha fazla harcamalıyız. Eşitsizlikçi toplumsal düzen, ayrıcalıklar  ayakta kalabilmek için sürekli büyümek zorundadır.

Bu ekonomik düzende ihtiyaçlar nesneleri ortaya çıkarmıştır. Ancak Baudrillard bu ihtiyaçları “Doğal İhtiyaçlar” ve “Yapay İhtiyaçlar “olarak ikiye ayırır.

Bir nesne asla kendinden nesne yani kullanım değeri olarak tüketilmez. Bu aşırı kârlılığa ve aşırı üretime dayalı ekonomik sisteme ait bir kullanım olamaz. Nesne kendimize ilişkilendirilerek yani statümüzle bağ kurularak bir gösterge olarak bize sunulur. O zaman şu sonucu çıkartabiliriz: İhtiyaçlar sistemi, üretim sisteminin nedenidir.

Baudrillard aşırı tüketim ile ütopyalar  arasında ilginç bir bağ kurar. Ütopyalarda aşırı tüketim yoktur. Herkes gerektiği kadar, ihtiyacı kadar harcar ve tüketir. Bolluk ve tüketim sanayi toplumunun icadıdır.

Tüketim toplumlarına özgü bu süreci Baudrillard hiper-rasyonel (gerçeklik)  diye adlandırdığı bir sistematik süreç olarak tanımlar.

Bu süreçte en temelde “sosyolojik bir temele oturan tüketim, sürekli yeni nesnelerin üretilmesi ve tüketime sunulması aracılığıyla bireyde diğerlerinden daha iyisini almak ve daha prestijli bir konuma yükselme itkisi yaratarak asla tatmin olmayacak ve yok edilemeyecek bir haz mekanizması yaratmaktadır.

Bireyler günümüzde tüketim davranışları ile bir göstergeler nesnesini satın alırlar. Böylece tüketim, bir var olma modu hâline gelir.

Baudrillard’a göre modernlik kendisini gelenekle, yani tüm öbür eski ya da geleneksel kültürlerle karşılaştırılan medeniyet  tarzının karakteristiğidir. Eski ya da geleneksel kültürlerin coğrafi ve simgeselçeşitliliğiyle yüz yüze gelen modernlik, Batıda sıçrayarak kendisini tüm dünyaya homojen bir birlikolarak dayatır.

BÖLÜM 4: Sonuç ve Tartışma
Tüketiyorum öyleyse varım.

Kuşkusuz Baudrillard’a bütün düşüncelerini oluşturduğu 70 ve 80’li yıllar boyunca kitle iletişim araçları bugünkü kadar gelişmiş değildi. Vietnam Savaşı’nın televizyonlarda yayınlanması ve toplumun simüle edilmesi sonrasında 90’lı yıllardan itibaren internetin yaygınlaşması, günümüzde sosyal medya uygulamaları ile birlikte insanların sürekli olarak birbirine bağlı olması, simülasyon toplumunun oluşumunda en önemli etkenler hâline gelmiştir.

Çevremizde sürekli olarak bir gösterge bombardımanı ile karşı karşıyayız. Ancak bu süreçte anlam yok olmuştur. Televizyon izlerken, internette gezinirken, sosyal medya hesaplarımızda dolaşırken kaç farklı konuda, kaç farklı evrende imgeler, göstergeler ile karşı karşıya kaldığımızı düşünelim. Sonuçta bunların hepsi tüketmek için vardır. Bakılır, okunur, dinlenir ve geçilir. Simülasyon görevini başarıyla yerine getirir. Göstergelerin anlamı ancak simülasyon anlamıdır. Gerçek yerine geçmiş bu anlam dışında gerçekliğin anlamını kavrayamayız.

Gerçekliğin bir anlamı var mıdır? Varsa bunu nasıl kavrayacağız? Postmodern toplumda, bu hiçliğin ortasında varoluşumuzun, akıp giden her şeyin gerçek anlamını nasıl anlayabileceğiz?

Anlamsız haber yığınlarıyla, tüketime teşvik eden reklamlarıyla, prestijimizi yükseltecek metalarla, faydacı değil ama hedonik tüketim anlayışımızla, daha çok para harcayarak daha çok statü elde edenyaşantımızla, kapitalist ayrıcalıklarımızla, refahın bolluk olduğunu savunan cici demokrasi anlayışımızla ve diğer anlam yüklediğimiz her şey ile birlikte simülasyondan kurtulmamız olanaklı mı?

Bu sorunun yanıtını vermek kolay değil. Elbette bunun için çalışmak her şeyden daha değerlidir.

Günümüz insanı her ne kadar bir gerçeklik peşinde koşuyor olsa da, içeriği bilinçsizce tüketen  kitleler  konformist bir yaklaşımla tüketmeyi sürdürüyor.

Baudrillard, ikonalar aracılığıyla üretilmiş bu Tanrı’nın  simülakr Tanrı olduğunu söyler. Var olduğunu iddia ettiğimiz ve ona birtakım özellikler bahşettiğimiz Tanrı bizzat Tanrı’nın (belki de ilk neden) yerini almıştır.

Simülasyonun en belirgin özelliği gerçeğin yerini almış modellerden oluşmasıdır. Her gün, her dakika sürekli olarak gerçeklik yeniden üretilir. 50’li yıllarda bir yandan faşist diğer yandan komünist tehlike, 60’lı yıllardan başlayarak 80’li  yıllara kadar süren nükleer tehlikesi buna bağlı nükleer silahlanma, ABD ve diğer Batılı ülkelerin desteği ile silahlanan ve Ruslara karşı savaşan Afganların yanında yer alan Amerikan kahramanı Rambo vb. filmler… Modern dünyayı en gelişmiş kabul eden “modernite” ve diğer bütün kültürleri ancak moderniteye ulaştığında değerli kılan modern anlayış ve buna bağlı olarak Arapların hepsini hatta kültürlerini barbar, terörist gösteren Chuck Norris filmleri…

90’lı yıllarda Ortadoğu’yu şekillendirmeye başlayan küresel, kapitalist güçler ve Kapitalizmin her ülkeye, her şehire hatta her AVM’ye ulaştıran üretim ve buna bağlı tüketim anlayışı… Yakın dönemde BOP ve Arap Baharı vb. siyasal konjonktür hepsi birer simülasyon örnekleridir. Liste o kadar çoğaltılabilir ki…

Tıpkı halkın ilk defa doğrudan medya üzerinden takip edebildiği Vietnam Savaşı gibi dünya üzerindeki olgu, olay ve göstergeler modern dünyada ve dünyanın geri kalanında nasıl algılanıyor?

Ortadoğu’ya barış ve istikrar getiren Batı dünyasında, sömürülen Ortadoğu petrolüyle büyük motorlu araçlarına binen Amerikalı ile bir Arap hangi simülakrlarla bir gerçeklik yaşıyorlar. Acaba Amerikalı demokrasi, modernlik  simülakrı ile oyalanırken, Arap devletlerinde Batı yanlısı olmayan iktidarlar zayıflatılırken ve ülke içindeki gruplara etnik ayrıcalıklar elde edeceği düşüncesiyle geleceğe yönelik bir umut aşılanırken aslında, her iki durumda da, aynı simülasyonun farklı tarafında yer almaktadırlar. Bu süreçte Işid aslında bir simülakrtır. Demokrasi oyununun kötü karakterini oynamaktadır.

Bütün bu olan şeyler aslında global bir oyunun simülasyonudur. Baş aktör kapitalist hırs ile daha fazla üreten sanayileşmiş, gelişmiş toplumlardır. Bunların dışındaki çevre ülkelerin kaynakları  sömürülmeli, tüketime yönlendirilmeli, modernlik getirilmeli yönetimleri Batı yanlısı olmalı, -ama demokrasi şart değil- muhalif olanlar sindirilmelidir.

Yazılı ve görsel medya bütün bunları bizlere “cici demokrasi” adı altındaki “pembe demokrasi” devletinin reklamını yapmalıdır. Bizleri bir gösterge bombardımanına tutmalıdır. Anlam yitimi işte burada devreye giriyor. Gün boyu seyrettiklerimizin, dinlediklerimizin, hatta yorumcuların yorumları hepsi gerçek olarak kabul ettiğimiz bir simülasyonun parçalarıdır. Bunların hiçbirinde anlam yoktur. Anlam gerçeğe ait değildir. Simülasyona aittir.

Son söz olarak: Baudrillard bizlere simülasyonun var olduğunu anlatmaya çalışmakla birlikte, bir çözüm önerisi getirmemiştir. Peki çözüm nedir? Üretilen bu kuramla ne yapacağız, neler yapacağız? Bunu tarih gösterecek.

Bölüm 5: Farkındalık ve Matrix’e Dönüş
Kuşkusuz bu bağlamda bizi umutsuzluğa sevk eden en önemli şey bunun farkına varılması kadar, bütün bunlardan vazgeçemiyor olmamızdır. Tıpkı Matrix filminde Cypher’in Matrix dışındaki yaşamı yaşanılası bulmayıp, tekrar Matrix’e dönmek istemesi gibi…

Ajan Smith: Anlaştığımızı söyleyebilir miyiz, Mr. Reagan?
Cypher: Biliyor musun? Bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Bunu ağzıma koyduğumda, Matrix’in beynime bunun, sulu ve lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum. Dokuz yıldan sonra, ne fark ettiğimi biliyor musun? Cehalet Mutluluktur.
Ajan Smith: Öyleyse anlaştık.
Cypher: Hiçbir şey hatırlamak istemiyorum. Hiçbir şey! Anladın mı? Zengin olmak istiyorum. Bilirsin, önemli biri. Örneğin bir aktör…
Ajan Smith: Siz nasıl isterseniz, Bay Reagan.
Cypher: Tamam o zaman. Vücudumu bir santrale götürün. Beni Matrix’e geri alın. Ben de istediğinizi vereyim.

23.03.2017

Yararlanılan Kaynaklar:

Simülakrlar ve Simülasyon, Baudrillard, Doğu Batı Yayınları, 2003
Tüketim Toplumu, Baudrillard, Ayrıntı Yayınları 1997
Kusursuz Cinayet, Baudrillard, Ayrıntı Yayınları, 1998
Gerçeklik İlkesinin Yitimi; Baudrillard’ın Simülasyon Teorisinin Temel Kavramları, Mehmet Güzel (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi),
Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları
https://hakanokay.com/hedonik-tuketim/
Derya Bayrı, “Gözün Egemenliği Tarihin Sonu mu?”, Özne: Baudrillard Sayısı, 14. Kitap, 2011, s. 96.)


Yorumlar